ARJİN'E (Yiten Tüm Sevdalara Tutulan Yas)
1 sayfadaki 1 sayfası
ARJİN'E (Yiten Tüm Sevdalara Tutulan Yas)
Dost meclisinde efkârlanırken bir dostla, maziden bir özlem oturdu
yüreğimize. Harlanmış acılarda kavrulurken, yüreğimiz firari ateşlerde
dağlandı. Gözlerimiz buğulandı, mazide kalmış sevdalar, anılarda
ağladı…
Uzunca bir müddet sevdadan konuştuk. Gözlerimiz buğulandı, ürkek gözleri ile sokağımın başında esmer renkli bir çocuk ağladı.
Konuştuk. Bana başından
geçen bir şeyler anlattı. Gözleri dolu dolu idi. Sesi titriyor, arada
sırada yüreğinden kopan bir acı kasırgası boğazında düğümleniyordu.
Bazen de gözleri çok uzaklara dalıyor, kısa bir süreliğine de olsa
küçücük, belli belirsiz bir tebessüm gelip yanağına konuyordu.
Okyanusta gel-gitler
gibiydi yüreği. Bazen hüzün dalgası yükseliyor, ikimizin üstüne
yayılıyordu. Bazen de oturduğumuz içki masasından bütün o mekâna
yayılıyor, herkesi bir hüzün sarıyordu. Kimi zaman da oturduğumuz
yerden Mersin’e doğru uzanıyordu o yürek yakan özlemin yıkıcı
kasırgası.
Gözlerimiz buğulandı, Mezitli’den Mersin’e sahil ağladı…
Bütün sevgililerin ve
sevgilisinden ayrı düşüp yüreği yanmış olanların gözleri doldu. Yüreği
aşk ile yanmış olanlar hep bizim masada toplanmış, ikimizin gözlerinde
ağlıyordu sevdiklerine.
Sevgililer ağladı, Mersin’e bir hüzün çöktü…
Onların içinden biri
sürekli kaçıyordu bizden. Onun da içi kan ağlıyordu, ama yanaşmıyordu
yüreğimizde yaktığımız aşk ateşine. O da hüzünlüydü ve kendiyle kaldığı
anlarda içli acılar yaşıyordu. Belki oturup ağlıyordu, bilmiyorum.
Saçları sarıydı, yüzü ay parçası kadar güzel. Yanaştım adını sordum?
ARJİN dedi.
Buğulandı gözleri… Fakat
yine kaçtı gözlerimden, bilmediğim uzak coğrafyalara. Göçmen kuşlara
sordum. Uzaktan gelenlere… “O da çok acı çekiyor” dediler. Sonra “ama”
dediler ve konuşmayı unuttu onlar da. Sustular, yutkundular… Onların da
gözleri doldu. Fakat kaçırdılar gözlerini. Uzaklara kaçtı onlar da.
Onlar sustu, sözcükler ağladı.
Buğulandı gözlerim, sokakta sessizce bir çocuk ağladı.
Kendimi dağlara,
yüreğimi sahipsiz sevdalara vurdum. Gölgesinde öpüştüğümüz çam
ağaçlarını gördüm. Uzaktan selamladım onları. Çağırdılar. Gittim,
oturduk uzunca O’ndan konuştuk. Etrafımıza daha önce adını duymadığım
birçok tanığımız ağaç toplandı. O’ndan konuştuk. Yine o hüzün dalgası
sardı hepimizi, oturup ağladık. Ben ağladım. Benim gözlerimde orman
ağladı…
Ormanları yas tuttu, matem bağladı…
Ağaçların içinden gelen
bir çıtırtı kesti gözlerimizin ormanda yarattığı tayfunun yürek
dağlayan yıkımını. Nemli gözleri ile çalılıkların içinden o küçük
“Tilki” yavrusu çıktı. Hani kaçmıştı ya bizden. İşte o… Büyümüş…
Kaçmadı ve geldi hemen yanı başımda benim gözlerimde ağladı. Sonra da o
bekçi amca. Kamburlaşmış beli ile o da ağladı gözlerimde. Ona, bize,
sevenlere. Bekçi ağladı, tilki ağladı. Buğulandı gözlerim, orman
ağladı.
Yine o hüzün dalgası
mersin ağaçlarının içinden çıkageldi. O küçük sincap yavrusunun
gözyaşlarında, oturdum yüzümü yıkadım. Herkes ağladı. O’nu tanıyan ve
gören herkes… Benim O’nu çok sevdiğimi bilen herkes… Ağladı, ağladık,
ağladılar… Ağladık ve çoğaldık gözyaşlarımızda. Biz ağladık, Mersin’i
bir hüzün sardı.
Üstünde oturduğumuz o
toprak parçası bir feryat figan. Ana rahminde bebe ağladı. Buğulandı
gözlerim, Düşlerime yuva kurmuş o küçük ülke ağladı.
Sonra yine o küçük kız
çıkageldi. Gözleri dolu dolu, gözleri içime doldu. Kalktım ona doğru
yöneldim, bir adım geriye attı. Sadece gözlerini görüyordum,
buğulanmıştı… Saklamaya çalıştıysa da yüreğinden gözlerine doğru bir
volkan patlıyor, gözlerindeki nehir ise akmak için bir yatak arıyordu.
Buğulandı gözleri. O
eski parlaklığı kalmamıştı gözlerinin. Belli ki acı çekiyordu. Belli ki
onun da yüreği bir sabah yelinde savrulmuş bir acıya gebe kalmıştı.
Belli ki onun da düşlerinde yüreğine acı gelen bir şey vardı ve o da
burada bıraktığı güzel bir anın tatlı hatırlanmışlığını arıyordu.
ARJİN dedim…
Sesim binlerce yıl uzağa
gitti. Sesime tarihten kovulmuş yasaklı sevdaların yürek tırmalayan acı
sesi karşılık verdi. Sesime ölümün soğuk sessizliği karşılık verdi.
Mezarlıklardan bir çığlık koptu, ölüler feryat figan. Gözlerim
buğulandı, ölüler ağladı.
ARJİN dedim…
O sustu, buğulandı gözlerim. Yalnızlığında kabir ağladı.
Bir mezar taşında oturmuş küçük bir kız çocuğu vardı. Oydu… Yine O… Buğulandı gözlerim, çocukluğum ağladı.
O mezar taşına baktım
adım yazılı… Ne zaman öldüm? Kim bu kız? Ne ister benden? Neden acıtır
içimdeki sahipsizliğin yitik çocuğunu o kimsesiz gözleri? Kimsin dedim?
ARJİN dedi…
Nerden geldin dedim?
Yüreğinizin o dipsiz
kuytusunda boğmaya çalıştığınız sevdanın, gözyaşları ile suladığınız
çorak topraklarında yapayalnız, çırılçıplak kalmış anıların, umutların,
hüzünlerin ve ayrılıkların olduğu o sonsuz sevda yellerinin yürek
tırmalayan acısından; sizden geldim dedi. Buğulandı gözleri, yüreğim
ağladı.
Buğulandı gözleri…
Dudağının kenarına anılardan gelen hüzünlü bir gülümseyiş oturdu.
Buğulandı gözleri, gözlerinde acılarım ağladı.
ARJİN dedim…
Sesi çıkmadı… Sessizliğinde, sesim ağladı.
ARJİN dedim?
Sevdiğim, umutlarım ve
hüzün vakitlerimin acı gerçeği. Ömrümün, düşlerimin sahibi, ARJİN’im…
Çocukluğumun korku dolu esmer bakışlarının umut kaynağı. Adı bahar,
sevdası dört mevsim, gülüşü kır çiçeği sevgilim.
ARJİN dedim…
Sesime kocaman bir
hiçlik cevap verdi. Yüreğimde patlayan volkanlar gözlerime aktı.
Gözlerimden nehirler denizlere… Dayanamadım… Buğulandı gözlerim, mezar
taşımda adım ağladı. Tanrı suskun, melekler ağladı. Ölülere ağlayanlar,
gözlerimde ağladı.
Mezarımdan çıkan küçük
bir karıncanın acı dolu haykırışı doldurdu mezarlığı. Gözlerim
buğulandı, yalnızlığımda karınca ağladı. Mezar taşının dibindeki yılan
saklandı. Şaşkındı… Çok uzak tarihten bir çocuk ağladı.
ARJİN, dedim…
Sevgilim, sevilmişliğim.
Üşüyorum, mezar taşım soğuk; yanaklarım, ellerim buz kesmiş. Al
ellerimi ısıt beni. Parmakları kımıldadı…
Gözleri buğulandı.
Sahipsiz ve mekânsız bir hıçkırık düğümlendi boğazında. Gözleri
buğulandı. Belli ki ağlamak istiyordu. Ağlamadı, ağlayamadı. Sadece
başı öne düştü. Kalktı ve koşmaya başladı.
ARJİN, dön dedim…
Buğulandı gözlerim, gözlerimde mezarlık ağladı. Kapıdan çıkarken durdu. Arkasına döndü, arkasında duran sevdam ağladı.
Arkasına döndü, gözleri ağladı.
Durdu, bana baktı: “Seni
seviyorum” dedi. Ölüler güldü, Melekler güldü. Cennetten huriler indi
mezarlığa. Karıncayı tatlı bir telaş aldı, ellerimi, yüzümü bir ateş.
Ağaçlar çiçek açtı. Toprağa bereket geldi. Arkadaşım sevgilisine
kavuştu. Hasretle kenetlendi elleri sevgililerin.
Kır çiçekleri renkten
renge girdi. Bir Berfin çiçeği boy verdi mevsimsiz. Güneş güldü
gökyüzünde. “Seni seviyorum” dedi. Ben güldüm, ölüler güldü. Onun da
yüzü güldü. Çocuk gözlerinde taptaze bir gülüş açtı.
Sonra aniden karanlık
çöktü gözlerine. Tüm dünyayı karanlık kuşattı. Güneş karardı… “Seni
seviyorum” dedi. Yeryüzünün Seksen bir dili, yetmiş iki milletinin
rengiyle konuştu. “Seni Seviyorum”… ”Ama” dedi ve döndü öylece çekip
gitti. O gitti, ben ağladım…
ARJİN dedim…
Gitme, bırakma… Bilirsin yalnızlık korkutur beni, gitme. Gitme ne olur!
Cesaret edemedim söylemeye. Şimdi söylüyorum: Seni seviyorum… Gitme…
O gitti…
Ben öldüm,
bana ölüler ağladı…
yüreğimize. Harlanmış acılarda kavrulurken, yüreğimiz firari ateşlerde
dağlandı. Gözlerimiz buğulandı, mazide kalmış sevdalar, anılarda
ağladı…
Uzunca bir müddet sevdadan konuştuk. Gözlerimiz buğulandı, ürkek gözleri ile sokağımın başında esmer renkli bir çocuk ağladı.
Konuştuk. Bana başından
geçen bir şeyler anlattı. Gözleri dolu dolu idi. Sesi titriyor, arada
sırada yüreğinden kopan bir acı kasırgası boğazında düğümleniyordu.
Bazen de gözleri çok uzaklara dalıyor, kısa bir süreliğine de olsa
küçücük, belli belirsiz bir tebessüm gelip yanağına konuyordu.
Okyanusta gel-gitler
gibiydi yüreği. Bazen hüzün dalgası yükseliyor, ikimizin üstüne
yayılıyordu. Bazen de oturduğumuz içki masasından bütün o mekâna
yayılıyor, herkesi bir hüzün sarıyordu. Kimi zaman da oturduğumuz
yerden Mersin’e doğru uzanıyordu o yürek yakan özlemin yıkıcı
kasırgası.
Gözlerimiz buğulandı, Mezitli’den Mersin’e sahil ağladı…
Bütün sevgililerin ve
sevgilisinden ayrı düşüp yüreği yanmış olanların gözleri doldu. Yüreği
aşk ile yanmış olanlar hep bizim masada toplanmış, ikimizin gözlerinde
ağlıyordu sevdiklerine.
Sevgililer ağladı, Mersin’e bir hüzün çöktü…
Onların içinden biri
sürekli kaçıyordu bizden. Onun da içi kan ağlıyordu, ama yanaşmıyordu
yüreğimizde yaktığımız aşk ateşine. O da hüzünlüydü ve kendiyle kaldığı
anlarda içli acılar yaşıyordu. Belki oturup ağlıyordu, bilmiyorum.
Saçları sarıydı, yüzü ay parçası kadar güzel. Yanaştım adını sordum?
ARJİN dedi.
Buğulandı gözleri… Fakat
yine kaçtı gözlerimden, bilmediğim uzak coğrafyalara. Göçmen kuşlara
sordum. Uzaktan gelenlere… “O da çok acı çekiyor” dediler. Sonra “ama”
dediler ve konuşmayı unuttu onlar da. Sustular, yutkundular… Onların da
gözleri doldu. Fakat kaçırdılar gözlerini. Uzaklara kaçtı onlar da.
Onlar sustu, sözcükler ağladı.
Buğulandı gözlerim, sokakta sessizce bir çocuk ağladı.
Kendimi dağlara,
yüreğimi sahipsiz sevdalara vurdum. Gölgesinde öpüştüğümüz çam
ağaçlarını gördüm. Uzaktan selamladım onları. Çağırdılar. Gittim,
oturduk uzunca O’ndan konuştuk. Etrafımıza daha önce adını duymadığım
birçok tanığımız ağaç toplandı. O’ndan konuştuk. Yine o hüzün dalgası
sardı hepimizi, oturup ağladık. Ben ağladım. Benim gözlerimde orman
ağladı…
Ormanları yas tuttu, matem bağladı…
Ağaçların içinden gelen
bir çıtırtı kesti gözlerimizin ormanda yarattığı tayfunun yürek
dağlayan yıkımını. Nemli gözleri ile çalılıkların içinden o küçük
“Tilki” yavrusu çıktı. Hani kaçmıştı ya bizden. İşte o… Büyümüş…
Kaçmadı ve geldi hemen yanı başımda benim gözlerimde ağladı. Sonra da o
bekçi amca. Kamburlaşmış beli ile o da ağladı gözlerimde. Ona, bize,
sevenlere. Bekçi ağladı, tilki ağladı. Buğulandı gözlerim, orman
ağladı.
Yine o hüzün dalgası
mersin ağaçlarının içinden çıkageldi. O küçük sincap yavrusunun
gözyaşlarında, oturdum yüzümü yıkadım. Herkes ağladı. O’nu tanıyan ve
gören herkes… Benim O’nu çok sevdiğimi bilen herkes… Ağladı, ağladık,
ağladılar… Ağladık ve çoğaldık gözyaşlarımızda. Biz ağladık, Mersin’i
bir hüzün sardı.
Üstünde oturduğumuz o
toprak parçası bir feryat figan. Ana rahminde bebe ağladı. Buğulandı
gözlerim, Düşlerime yuva kurmuş o küçük ülke ağladı.
Sonra yine o küçük kız
çıkageldi. Gözleri dolu dolu, gözleri içime doldu. Kalktım ona doğru
yöneldim, bir adım geriye attı. Sadece gözlerini görüyordum,
buğulanmıştı… Saklamaya çalıştıysa da yüreğinden gözlerine doğru bir
volkan patlıyor, gözlerindeki nehir ise akmak için bir yatak arıyordu.
Buğulandı gözleri. O
eski parlaklığı kalmamıştı gözlerinin. Belli ki acı çekiyordu. Belli ki
onun da yüreği bir sabah yelinde savrulmuş bir acıya gebe kalmıştı.
Belli ki onun da düşlerinde yüreğine acı gelen bir şey vardı ve o da
burada bıraktığı güzel bir anın tatlı hatırlanmışlığını arıyordu.
ARJİN dedim…
Sesim binlerce yıl uzağa
gitti. Sesime tarihten kovulmuş yasaklı sevdaların yürek tırmalayan acı
sesi karşılık verdi. Sesime ölümün soğuk sessizliği karşılık verdi.
Mezarlıklardan bir çığlık koptu, ölüler feryat figan. Gözlerim
buğulandı, ölüler ağladı.
ARJİN dedim…
O sustu, buğulandı gözlerim. Yalnızlığında kabir ağladı.
Bir mezar taşında oturmuş küçük bir kız çocuğu vardı. Oydu… Yine O… Buğulandı gözlerim, çocukluğum ağladı.
O mezar taşına baktım
adım yazılı… Ne zaman öldüm? Kim bu kız? Ne ister benden? Neden acıtır
içimdeki sahipsizliğin yitik çocuğunu o kimsesiz gözleri? Kimsin dedim?
ARJİN dedi…
Nerden geldin dedim?
Yüreğinizin o dipsiz
kuytusunda boğmaya çalıştığınız sevdanın, gözyaşları ile suladığınız
çorak topraklarında yapayalnız, çırılçıplak kalmış anıların, umutların,
hüzünlerin ve ayrılıkların olduğu o sonsuz sevda yellerinin yürek
tırmalayan acısından; sizden geldim dedi. Buğulandı gözleri, yüreğim
ağladı.
Buğulandı gözleri…
Dudağının kenarına anılardan gelen hüzünlü bir gülümseyiş oturdu.
Buğulandı gözleri, gözlerinde acılarım ağladı.
ARJİN dedim…
Sesi çıkmadı… Sessizliğinde, sesim ağladı.
ARJİN dedim?
Sevdiğim, umutlarım ve
hüzün vakitlerimin acı gerçeği. Ömrümün, düşlerimin sahibi, ARJİN’im…
Çocukluğumun korku dolu esmer bakışlarının umut kaynağı. Adı bahar,
sevdası dört mevsim, gülüşü kır çiçeği sevgilim.
ARJİN dedim…
Sesime kocaman bir
hiçlik cevap verdi. Yüreğimde patlayan volkanlar gözlerime aktı.
Gözlerimden nehirler denizlere… Dayanamadım… Buğulandı gözlerim, mezar
taşımda adım ağladı. Tanrı suskun, melekler ağladı. Ölülere ağlayanlar,
gözlerimde ağladı.
Mezarımdan çıkan küçük
bir karıncanın acı dolu haykırışı doldurdu mezarlığı. Gözlerim
buğulandı, yalnızlığımda karınca ağladı. Mezar taşının dibindeki yılan
saklandı. Şaşkındı… Çok uzak tarihten bir çocuk ağladı.
ARJİN, dedim…
Sevgilim, sevilmişliğim.
Üşüyorum, mezar taşım soğuk; yanaklarım, ellerim buz kesmiş. Al
ellerimi ısıt beni. Parmakları kımıldadı…
Gözleri buğulandı.
Sahipsiz ve mekânsız bir hıçkırık düğümlendi boğazında. Gözleri
buğulandı. Belli ki ağlamak istiyordu. Ağlamadı, ağlayamadı. Sadece
başı öne düştü. Kalktı ve koşmaya başladı.
ARJİN, dön dedim…
Buğulandı gözlerim, gözlerimde mezarlık ağladı. Kapıdan çıkarken durdu. Arkasına döndü, arkasında duran sevdam ağladı.
Arkasına döndü, gözleri ağladı.
Durdu, bana baktı: “Seni
seviyorum” dedi. Ölüler güldü, Melekler güldü. Cennetten huriler indi
mezarlığa. Karıncayı tatlı bir telaş aldı, ellerimi, yüzümü bir ateş.
Ağaçlar çiçek açtı. Toprağa bereket geldi. Arkadaşım sevgilisine
kavuştu. Hasretle kenetlendi elleri sevgililerin.
Kır çiçekleri renkten
renge girdi. Bir Berfin çiçeği boy verdi mevsimsiz. Güneş güldü
gökyüzünde. “Seni seviyorum” dedi. Ben güldüm, ölüler güldü. Onun da
yüzü güldü. Çocuk gözlerinde taptaze bir gülüş açtı.
Sonra aniden karanlık
çöktü gözlerine. Tüm dünyayı karanlık kuşattı. Güneş karardı… “Seni
seviyorum” dedi. Yeryüzünün Seksen bir dili, yetmiş iki milletinin
rengiyle konuştu. “Seni Seviyorum”… ”Ama” dedi ve döndü öylece çekip
gitti. O gitti, ben ağladım…
ARJİN dedim…
Gitme, bırakma… Bilirsin yalnızlık korkutur beni, gitme. Gitme ne olur!
Cesaret edemedim söylemeye. Şimdi söylüyorum: Seni seviyorum… Gitme…
O gitti…
Ben öldüm,
bana ölüler ağladı…
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz