Nazim Hİkmet Ran
1 sayfadaki 1 sayfası
Nazim Hİkmet Ran
Nazım Hikmet Ran (1902-1963)
[size="2"][color="Red"][color="Blue"]Selanik'de doğmuştur (1902).
İlköğrenimini İstanbul'da Göztepe Taşmektep, Galatasaray Lisesi ilk
bölümü (1914), Nişantaşı Numune Mektebi'nde tamamlamış, orta öğrenimi
ise, daha 12 yaşında iken yazdığı "Bir Bahriyelinin Ağzından" adlı bir
şiirini dinleyip çok beğenen Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın öğüdü
üzerine geçtiği Heybeliada Bahriye Mektebi'nda yapmıştır (1918). Nazım
Hikmet Bahriye'yi bitirdikten sonra Hamidiye Kruvazörü'ne stajyer
güverte subayı olarak verilmiş, bir gece nöbetinde üşütüp zatülcemp
olmuş (1919), sağlığını kazanamayınca askerlikten çürüğe çıkarılmıştır
(1920).
Askerlikten ayrıldıktan sonra, İstanbul'un işgaline çok üzülen Nâzım
Hikmet Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçmiş, Bolu
Lisesi'nde kısa bir süre öğretmenlik yapmıştır (1921). Rus devrimiyle
ilgilenen şair, bir süre sonra Batum'dan Moskova'ya gitmiş ve Doğu
Üniversitesi'nde ekonomi ve toplumbilim okumuştur (1922-1924). Yurda
dönüşünden sonra Aydınlık dergisine katılmış, burada çıkan şiirlerinden
ötürü hakkında "gıyaben" mahkumiyet kararı verildiğine öğrenince
yeniden Rusya'ya geçmiş, af çıkması üzerine Türkiye'ye dönmüş ve bir
süre Hopa cezaevinde tutuklu kalmıştır (1928).
Nâzım Hikmet daha sonra İstanbul'a yerleşmiş, çeşitli gazete ve
dergilerle film stüdyolarında çalışmış, ilk şiir kitaplarını çıkarmış
ve oyunlarını yazmıştır (1928-1932). Bir ara yine tutuklanmış,
Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla çıkarılan af yasası ile özgürlüğüne
kavuşmuştur. Akşam Son Posta, Tan gazetelerinde Orhan Selim takma
adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yapmıştır (1933).
Kara Harp Okulu öğrencileri arasında propaganda yaptığı iddiasıyla
yargılanmış, Harp Okulu Askeri Mahkemesi'nce 15 yıl, ardından Donanma
içinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla da Donanma Komutanlığı Askeri
Mahkemesi'nce 20 yıl olmak üzere toplam 35 yıl hapis cezasına
çarptırılmış, cezası Türk Ceza Kanunu'nun 68 ve 77 maddeleri uyarınca
28 yıl dört aya indirilmiştir (1938). Demokrat Parti'nin iktidara
gelmesinden sonra çıkarılan af yasası (1950) kapsamına alınması için
aydınlar tarafından açılan büyük bir kampanyanın ardından, hukukçular
yasal yollara başvurmuş, bu arada Nâzım Hikmet'de hapishanede açlık
grevine başlamıştır. Sonunda Nâzım Hikmet'in geri kalan cezası
affedilmiş ve şair 13 yıl hapislikten sonra özgürlüğüne kavuşmuştur.
Serbest bırakıldıktan sonra iş bulamayan, kitap çıkaramayan şair için
bu kez askerlik kararı alınmış, 50 yaşında ve hasta olan Nâzım Hikmet
çok zor durumda kalmıştır. Öldürülmekten korkan şair, kendisine hayran
olan Refik Erduran (sonranın ünlü oyun yazarı ve gazetecisi)'ın
önerisini kabul etmiş, onun yardımıyla bir motorla Karadeniz'de
seyreden Romanya bandıralı bir gemiye binerek Türkiye'den ayrılmıştır.
Nâzım Hikmet, Moskova'da ölmüştür. (3 Haziran 1963).
YAZIN YAŞAMI
Nâzım Hikmet, hece vezniyle yazdığı ilk şiirlerini Yeni Mecmua, İnci,
Ümit ve Celal Sahir (Erozan)'ın çıkardığı Birinci Kitap, İkinci Kitap
vb. dergilerinde yayımlamıştır. "Bir Dakika" adlı şiiriyle Alemdar
gazetesinin açtığı yarışmada birincilik kazanmıştır (1920). Daha sonra
Aydınlık, Resimli Ay, Hareket, Resimli Herşey, Her Ay gibi dergilerde
yazan Nâzım Hikmet cezaevine girdikten sonra yıllarca yayın
yapamamıştır. Ancak, 1940'lı yıllarda, Yeni Edebiyat, Ses, Gün,
Yürüyüş, Yığın, Baştan, Barış gibi toplumcu dergilerde İbrahim Sabri,
Mazhar Lütfi takma adlarıyla ya da
imzasız olarak bazı şiirleri çıkmıştır. Kuvâyı Milliye Destanı İzmir'de
Havadis gazetesinde tefrika edilmiştir (1949). Destanı Yön dergisi
yayınlayarak (1965) Nâzım Hikmet'i yeniden okurlara ulaştırmış, şairin
yapıtına konan çemberi kırmıştır.
YAPITLARI
ŞİİR:
835 Satır (1929), Jokond ile Si-Ya-U (1929), Varan 3 (1930), 1+1=1
(1930-Nail V. ile), Sesini Kaybeden Şehir (1931), Benerci Kendini Niçin
Öldürdü (1932), Gece Gelen Telgraf (1932), Taranta Babu'ya Mektuplar
(1935), Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936), Kurtuluş
Savaşı Destanı (1965), Saat 21-22 Şiirleri (1965-Bas. Haz. M.Fuat),
Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967-Bas. Haz. M.Fuat, 5 Cilt),
Rubailer (1966-Bas. Haz. M. Fuat), Dört Hapishaneden (1966-Bas. Haz.
M.Fuat), Yeni Şiirler (1966-Bas. Haz. Dost Yayınevi), Son Şiirleri
(Bas. Haz. Habora Kitabevi), Tüm Eserleri (1980-Bas. Haz. A. Bezirci, 8
Cilt).
OYUN:
Kafatası (1943), Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (1932), Unutulan
Adam (1935), İnek (1965), Ferhat ile Şirin (1965), Enayi (1965),
Sabahat (1966), Yusuf ile Menofis (1967), İvan İvanoviç Var mıydı, Yok
muydu (1985).
ROMAN:
Kan Konuşmaz (1965), Yeşil Elmalar (1965), Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1966).
YAZILAR:
İt Ürür Kervan Yürür (1936-Orhan Selim takma adıyla), Alman Faşizmi ve
Irkçılığı (1936), Milli Gurur (1936), Sovyet Demokrasisi (1936).
MEKTUPLAR:
Kemal Tahir'e Hapishaneden Mektuplar (1968), Cezaevinden Memet Fuat'a
Mektuplar (1968), Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'lara Mektuplar (1970),
Nâzım'ın Bilinmeyen Mektupları (1986-Adalet Cimcoz'la Mektuplar, Haz.
Ş. Kurdakul), Piraye'ye Mektuplar (1988).
MASAL:
La Fontaine'den Masallar (1949-Ahmet Oğuz Saruhan adıyla), Sevdalı Bulut (1967).
Eserlerinden Örnekler
SANATI
Şiire çok küçükken başlayan Nâzım Hikmet, ilk şiirini 3 Temmuz 1913
tarihinde, henüz 11 yaşında iken yazmıştır: "Feryâd-ı Vatan". Bu şiir,
Balkan Savaşı yengisini ve düşmanın Çatalca'ya kadar ilerlemesini konu
edinen bir şiirdir. Nâzım Hikmet'in 1913-1920 yılları arasında yazdığı
şiirlerde çoğunlukla bireysel konuların işlendiğini belirten Asım
Bezirci, özellikle aşk teminin ağır bastığını ve "melankolik hava"
taşıdıklarını yazmaktadır.
Şairin ilk gençlik şiirlerinden bazılarını Bahriye Mektebi'nde
öğretmeni olan ve annesi Celile Hanım'a yakınlık duyan Yahya Kemal'in
düzelttiğini Vâ-Nû belirtmektedir. Şairin yayımlanan ilk şiiri 3
Teşrinievvel 1918 tarihli Yeni Mecmua'da Mehmet Nâzım imzasıyla çıkan
"Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı?"dır. Bu şiir, aynı ad ve imza ile
sonradan Ümid dergisinde de yayımlanmıştır. Yahya Kemal tarafından
düzeltilen bu şiir şöyledir: "Bir inilti duydum serviliklerde/Dedim ki:
Burada da ağlayan var mı?/Yoksa tek başına bu kuytu yerde/Eski bir
sevgiyi anan rüzgâr mı?"/ "Hayat inerken siyah örtüler/Umardım ki artık
ölenler güler/Yoksa hayatında sevmiş ölüler/Hâlâ servilerde ağlıyorlar
mı?"
Bir nokta belirtilmelidir: Nâzım Hikmet'in ilk şiirlerinde, Osmanlı
İmparatorluğu'nun gerilemesinden, uğradığı savaş yenilgilerinden
kaynaklandığı açık olan ulusal duygular da önemli yer tutmaktadır.
"Kırk Haramilerin Esiri" ile "Yaralı Hayalet" bunların en güçlü
örnekleridir. Teşrinievvel 1336 (1920) tarihli Yedinci Kitap'ta
yayımlanan "Yaralı Hayalet" şu dizelerle başlamaktadır: "Bir gece bir
odada dört arkadaş toplandık/bir uzak rüya olan geçmiş günleri
andık/Gözlerimiz yaşlıydı, gönüllerimiz mahzun/Hepimiz memleketten
konuştuk uzun uzun". Daha aşağıda şu iki dize gelmektedir: "Çaldı,
tanburasından tarihin sesi geldi/Dağlara yaslanarak sanki Zeybek
yükseldi".
Yurt sevgisinin, tarihsel geçmişe bağlılığın yanısıra bu şiirlerde
şairin ustalaşmaya başladığı, vezni kullanmada zorlanmadığı ve daha arı
bir Türkçe'ye yöneldiği de görülmektedir.
YENİ BİR ŞİİRE DOĞRU
Nâzım Hikmet, Anadolu'ya geçtikten, bir yandan savaşın bir yandan da
halkın sorunlarıyla, o güne kadar yeterince farkına varamadığı
gerçeklerle karşılaştıktan sonra, hece ve aruz vezni ile
yetinemeyeceğini, yeni bir şiire, başka bir şiire gitmesi gerektiğini
anlamıştır: "Anadolu'ya geçtim. Millet sıska, nuhtan kalma silâhı,
açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı. Milleti ve
savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim ve bütün bunları yazmak
gerektiğini sezdim. Şiirle yeni şeylerin, şimdiye kadar söylenmemiş
şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim. Bu işte önce beni yeni öze
göre yeni bir şekil bulmak meselesi ilgilendirdi. İşe kafiyeden
başladım. Kafiyeleri mısraların sonunda değil de bir sonda bir başta
denedim."
Nâzım Hikmet, Rusya'da yeni bir dünya görüşü edinmiş, olaylara, insan
ilişkilerine bakışı kökten değişmiştir. Şair artık, marksizme
bağlanmış, diyalektik ve tarihsel materyalizmi benimsemiştir. Ancak,
henüz eski kalıplardan da tümüyle kurtulabilmiş değildir. Örneğin, 1922
yılında Yeni Hayat dergisinde yayımlanan "Kitâb- Mukkades" adlı şiiri,
dinleri eleştirmekte, bu yanıyla da içerik dönüşümünü sezdirmektedir.
Bu şiirde hece vezninin aşılmasına yönelik bir çaba da görülmektedir.
Nâzım Hikmet şiiri 7 ve 14 heceli dizelerle yazdığını söylemektedir:
"Yaldızlı meşin kabı/Parçalanmış kitabı/Ay altında dün gece/Deli bir
derviş gibi/mumu sönmüş, rahlesi yere devrilmiş gibi/Okudum
saatlerce."
[size="2"][color="Red"][color="Blue"]Selanik'de doğmuştur (1902).
İlköğrenimini İstanbul'da Göztepe Taşmektep, Galatasaray Lisesi ilk
bölümü (1914), Nişantaşı Numune Mektebi'nde tamamlamış, orta öğrenimi
ise, daha 12 yaşında iken yazdığı "Bir Bahriyelinin Ağzından" adlı bir
şiirini dinleyip çok beğenen Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın öğüdü
üzerine geçtiği Heybeliada Bahriye Mektebi'nda yapmıştır (1918). Nazım
Hikmet Bahriye'yi bitirdikten sonra Hamidiye Kruvazörü'ne stajyer
güverte subayı olarak verilmiş, bir gece nöbetinde üşütüp zatülcemp
olmuş (1919), sağlığını kazanamayınca askerlikten çürüğe çıkarılmıştır
(1920).
Askerlikten ayrıldıktan sonra, İstanbul'un işgaline çok üzülen Nâzım
Hikmet Millî Mücadele'ye katılmak üzere Anadolu'ya geçmiş, Bolu
Lisesi'nde kısa bir süre öğretmenlik yapmıştır (1921). Rus devrimiyle
ilgilenen şair, bir süre sonra Batum'dan Moskova'ya gitmiş ve Doğu
Üniversitesi'nde ekonomi ve toplumbilim okumuştur (1922-1924). Yurda
dönüşünden sonra Aydınlık dergisine katılmış, burada çıkan şiirlerinden
ötürü hakkında "gıyaben" mahkumiyet kararı verildiğine öğrenince
yeniden Rusya'ya geçmiş, af çıkması üzerine Türkiye'ye dönmüş ve bir
süre Hopa cezaevinde tutuklu kalmıştır (1928).
Nâzım Hikmet daha sonra İstanbul'a yerleşmiş, çeşitli gazete ve
dergilerle film stüdyolarında çalışmış, ilk şiir kitaplarını çıkarmış
ve oyunlarını yazmıştır (1928-1932). Bir ara yine tutuklanmış,
Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla çıkarılan af yasası ile özgürlüğüne
kavuşmuştur. Akşam Son Posta, Tan gazetelerinde Orhan Selim takma
adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yapmıştır (1933).
Kara Harp Okulu öğrencileri arasında propaganda yaptığı iddiasıyla
yargılanmış, Harp Okulu Askeri Mahkemesi'nce 15 yıl, ardından Donanma
içinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla da Donanma Komutanlığı Askeri
Mahkemesi'nce 20 yıl olmak üzere toplam 35 yıl hapis cezasına
çarptırılmış, cezası Türk Ceza Kanunu'nun 68 ve 77 maddeleri uyarınca
28 yıl dört aya indirilmiştir (1938). Demokrat Parti'nin iktidara
gelmesinden sonra çıkarılan af yasası (1950) kapsamına alınması için
aydınlar tarafından açılan büyük bir kampanyanın ardından, hukukçular
yasal yollara başvurmuş, bu arada Nâzım Hikmet'de hapishanede açlık
grevine başlamıştır. Sonunda Nâzım Hikmet'in geri kalan cezası
affedilmiş ve şair 13 yıl hapislikten sonra özgürlüğüne kavuşmuştur.
Serbest bırakıldıktan sonra iş bulamayan, kitap çıkaramayan şair için
bu kez askerlik kararı alınmış, 50 yaşında ve hasta olan Nâzım Hikmet
çok zor durumda kalmıştır. Öldürülmekten korkan şair, kendisine hayran
olan Refik Erduran (sonranın ünlü oyun yazarı ve gazetecisi)'ın
önerisini kabul etmiş, onun yardımıyla bir motorla Karadeniz'de
seyreden Romanya bandıralı bir gemiye binerek Türkiye'den ayrılmıştır.
Nâzım Hikmet, Moskova'da ölmüştür. (3 Haziran 1963).
YAZIN YAŞAMI
Nâzım Hikmet, hece vezniyle yazdığı ilk şiirlerini Yeni Mecmua, İnci,
Ümit ve Celal Sahir (Erozan)'ın çıkardığı Birinci Kitap, İkinci Kitap
vb. dergilerinde yayımlamıştır. "Bir Dakika" adlı şiiriyle Alemdar
gazetesinin açtığı yarışmada birincilik kazanmıştır (1920). Daha sonra
Aydınlık, Resimli Ay, Hareket, Resimli Herşey, Her Ay gibi dergilerde
yazan Nâzım Hikmet cezaevine girdikten sonra yıllarca yayın
yapamamıştır. Ancak, 1940'lı yıllarda, Yeni Edebiyat, Ses, Gün,
Yürüyüş, Yığın, Baştan, Barış gibi toplumcu dergilerde İbrahim Sabri,
Mazhar Lütfi takma adlarıyla ya da
imzasız olarak bazı şiirleri çıkmıştır. Kuvâyı Milliye Destanı İzmir'de
Havadis gazetesinde tefrika edilmiştir (1949). Destanı Yön dergisi
yayınlayarak (1965) Nâzım Hikmet'i yeniden okurlara ulaştırmış, şairin
yapıtına konan çemberi kırmıştır.
YAPITLARI
ŞİİR:
835 Satır (1929), Jokond ile Si-Ya-U (1929), Varan 3 (1930), 1+1=1
(1930-Nail V. ile), Sesini Kaybeden Şehir (1931), Benerci Kendini Niçin
Öldürdü (1932), Gece Gelen Telgraf (1932), Taranta Babu'ya Mektuplar
(1935), Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936), Kurtuluş
Savaşı Destanı (1965), Saat 21-22 Şiirleri (1965-Bas. Haz. M.Fuat),
Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967-Bas. Haz. M.Fuat, 5 Cilt),
Rubailer (1966-Bas. Haz. M. Fuat), Dört Hapishaneden (1966-Bas. Haz.
M.Fuat), Yeni Şiirler (1966-Bas. Haz. Dost Yayınevi), Son Şiirleri
(Bas. Haz. Habora Kitabevi), Tüm Eserleri (1980-Bas. Haz. A. Bezirci, 8
Cilt).
OYUN:
Kafatası (1943), Bir Ölü Evi Yahut Merhumun Hanesi (1932), Unutulan
Adam (1935), İnek (1965), Ferhat ile Şirin (1965), Enayi (1965),
Sabahat (1966), Yusuf ile Menofis (1967), İvan İvanoviç Var mıydı, Yok
muydu (1985).
ROMAN:
Kan Konuşmaz (1965), Yeşil Elmalar (1965), Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1966).
YAZILAR:
İt Ürür Kervan Yürür (1936-Orhan Selim takma adıyla), Alman Faşizmi ve
Irkçılığı (1936), Milli Gurur (1936), Sovyet Demokrasisi (1936).
MEKTUPLAR:
Kemal Tahir'e Hapishaneden Mektuplar (1968), Cezaevinden Memet Fuat'a
Mektuplar (1968), Bursa Cezaevinden Vâ-Nû'lara Mektuplar (1970),
Nâzım'ın Bilinmeyen Mektupları (1986-Adalet Cimcoz'la Mektuplar, Haz.
Ş. Kurdakul), Piraye'ye Mektuplar (1988).
MASAL:
La Fontaine'den Masallar (1949-Ahmet Oğuz Saruhan adıyla), Sevdalı Bulut (1967).
Eserlerinden Örnekler
SANATI
Şiire çok küçükken başlayan Nâzım Hikmet, ilk şiirini 3 Temmuz 1913
tarihinde, henüz 11 yaşında iken yazmıştır: "Feryâd-ı Vatan". Bu şiir,
Balkan Savaşı yengisini ve düşmanın Çatalca'ya kadar ilerlemesini konu
edinen bir şiirdir. Nâzım Hikmet'in 1913-1920 yılları arasında yazdığı
şiirlerde çoğunlukla bireysel konuların işlendiğini belirten Asım
Bezirci, özellikle aşk teminin ağır bastığını ve "melankolik hava"
taşıdıklarını yazmaktadır.
Şairin ilk gençlik şiirlerinden bazılarını Bahriye Mektebi'nde
öğretmeni olan ve annesi Celile Hanım'a yakınlık duyan Yahya Kemal'in
düzelttiğini Vâ-Nû belirtmektedir. Şairin yayımlanan ilk şiiri 3
Teşrinievvel 1918 tarihli Yeni Mecmua'da Mehmet Nâzım imzasıyla çıkan
"Hâlâ Servilerde Ağlıyorlar mı?"dır. Bu şiir, aynı ad ve imza ile
sonradan Ümid dergisinde de yayımlanmıştır. Yahya Kemal tarafından
düzeltilen bu şiir şöyledir: "Bir inilti duydum serviliklerde/Dedim ki:
Burada da ağlayan var mı?/Yoksa tek başına bu kuytu yerde/Eski bir
sevgiyi anan rüzgâr mı?"/ "Hayat inerken siyah örtüler/Umardım ki artık
ölenler güler/Yoksa hayatında sevmiş ölüler/Hâlâ servilerde ağlıyorlar
mı?"
Bir nokta belirtilmelidir: Nâzım Hikmet'in ilk şiirlerinde, Osmanlı
İmparatorluğu'nun gerilemesinden, uğradığı savaş yenilgilerinden
kaynaklandığı açık olan ulusal duygular da önemli yer tutmaktadır.
"Kırk Haramilerin Esiri" ile "Yaralı Hayalet" bunların en güçlü
örnekleridir. Teşrinievvel 1336 (1920) tarihli Yedinci Kitap'ta
yayımlanan "Yaralı Hayalet" şu dizelerle başlamaktadır: "Bir gece bir
odada dört arkadaş toplandık/bir uzak rüya olan geçmiş günleri
andık/Gözlerimiz yaşlıydı, gönüllerimiz mahzun/Hepimiz memleketten
konuştuk uzun uzun". Daha aşağıda şu iki dize gelmektedir: "Çaldı,
tanburasından tarihin sesi geldi/Dağlara yaslanarak sanki Zeybek
yükseldi".
Yurt sevgisinin, tarihsel geçmişe bağlılığın yanısıra bu şiirlerde
şairin ustalaşmaya başladığı, vezni kullanmada zorlanmadığı ve daha arı
bir Türkçe'ye yöneldiği de görülmektedir.
YENİ BİR ŞİİRE DOĞRU
Nâzım Hikmet, Anadolu'ya geçtikten, bir yandan savaşın bir yandan da
halkın sorunlarıyla, o güne kadar yeterince farkına varamadığı
gerçeklerle karşılaştıktan sonra, hece ve aruz vezni ile
yetinemeyeceğini, yeni bir şiire, başka bir şiire gitmesi gerektiğini
anlamıştır: "Anadolu'ya geçtim. Millet sıska, nuhtan kalma silâhı,
açlığı ve bitiyle savaşıyordu Yunan ordularına karşı. Milleti ve
savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim ve bütün bunları yazmak
gerektiğini sezdim. Şiirle yeni şeylerin, şimdiye kadar söylenmemiş
şeylerin ifade edilmesi gerektiğini sezdim. Bu işte önce beni yeni öze
göre yeni bir şekil bulmak meselesi ilgilendirdi. İşe kafiyeden
başladım. Kafiyeleri mısraların sonunda değil de bir sonda bir başta
denedim."
Nâzım Hikmet, Rusya'da yeni bir dünya görüşü edinmiş, olaylara, insan
ilişkilerine bakışı kökten değişmiştir. Şair artık, marksizme
bağlanmış, diyalektik ve tarihsel materyalizmi benimsemiştir. Ancak,
henüz eski kalıplardan da tümüyle kurtulabilmiş değildir. Örneğin, 1922
yılında Yeni Hayat dergisinde yayımlanan "Kitâb- Mukkades" adlı şiiri,
dinleri eleştirmekte, bu yanıyla da içerik dönüşümünü sezdirmektedir.
Bu şiirde hece vezninin aşılmasına yönelik bir çaba da görülmektedir.
Nâzım Hikmet şiiri 7 ve 14 heceli dizelerle yazdığını söylemektedir:
"Yaldızlı meşin kabı/Parçalanmış kitabı/Ay altında dün gece/Deli bir
derviş gibi/mumu sönmüş, rahlesi yere devrilmiş gibi/Okudum
saatlerce."
Geri: Nazim Hİkmet Ran
MAYAKOVSKİ'NİN ŞİİRİYLE TANIŞMA
Yeni bir şiir kurmayı isteyen Nâzım Hikmet, Batum'da bir gazetede
Mayakovski'nin bir şiirini görmüş ve Rusça bilmediği için içeriğini
anlayamadığı bu şiirin biçimine çarpılmıştır. İlk serbest nazımla
yazılmış şiiri olan "Açların Gözbebekleri"nin öyküsünü şöyle
anlatmaktadır. Nâzım Hikmet: "Batum'dan Moskova'ya gelişte açlık
mıntıkasından geçtik. Gördüklerim üzerimde çok tesir etti. Fakat böyle
bir açlığın dahi inkılâbı yıkamayacağını haykırmak istedim. Moskova'da
hece vezniyle ve bu veznin çeşitli hece kombinezonlarıyla açlığa dair
bir şiir yazmak istedim, olmadı. O zaman Batum'daki şiirin şekli geldi
gözümün önüne. Bunun çok iyi tanıdığım Fransız serbest vezni
olamayacağına kanaat getirdim, bunun yepyeni bir şey olduğuna ve şairin
böyle dalgalar halinde düşündüğüne hükmettim ve 'Açların
Gözbebekleri'ni yazdım". Bu şiir değişik hurufat kullanımı, kırılmış
mısra düzeni ile çok farklı bir şiirdir.
Nâzım Hikmet'in doğrudan doğruya Mayakovski'nin şiirini taklit ettiği
yolundaki görüşler ortaya atılmışsa da bunların ciddiyeti
tartışmalıdır. Gerçi, bizzat Nâzım Hikmet Mayakovski'nin şiirini
gördüğünü bildirmektedir ama bu sadece görmek'ten ibarettir o yıllarda.
Şunları söylemektedir: "Başlangıçta hiçbir şey anlamıyordum ondan,
çünkü Rusçam kötüydü. Şimdi de tümüyle anladığımı söyleyemem. Fakat
basamak biçimindeki dizelerini taklit ediyordum. Mayakovski'nin
şiiriyle benimki arasında ortak yanlar: İlkin, şiir ve düzyazı;
ikincisi, çeşitli türler (lirik, yergisel vb) arasındaki kopukluğun
aşılması; üçüncüsü şiire siyasal dilin sokulmasıdır. Bununla birlikte,
farklı biçimler kullanıyoruz onunla. Mayakovski öğretmenimdir, fakat
onun gibi yazmıyorum ben".
Kemal Tahir'e gönderdiği bir mektubunda ise daha da ilginç şeyler
yazmaktadır: "Mayakovski'nin 940 senesinde neşredilen ve bir tek ciltte
toplanan şiirleri elime geçti. Okuyorum. Sana bir itirafta bulunayım,
aramızda kalsın, Mayakovski ile yeni tanışıyorum. Yani kendi ağzından
dinlediğim bir iki şiiri müstesna, matbu şiirlerini ilk defa okuyorum.
Sanat meseleleri hakkındaki görüşleri ise, seni maalesef temin ederim
ki ilk defa manzurum oluyor. Fakat, aynı şartların aynı düşünceleri
yaratması kaidesi kaba hattında burada da tahakkuk etti. Mayakovski ile
aynı işi yapmışız. Tabii o bir çok hususlarda bu işi benden iyi yapmış,
fakat tevazua lüzum yok, bazı hususlarda da, yani işin ben daha iyisini
yapmışım. Bu böyle".
ÜÇ TELLİ SAZ'DAN ORKESTRAYA
Nâzım Hikmet, Rusya'dan Türkiye'ye döndükten sonra yayımladığı ilk
kitabı 835 Satır'la (1929) gerçekten de modernist bir şiir kurduğunu
kanıtlar. Bu kitaptaki şiirlerde Rus fütüristlerinin,
konsrüktivistlerinin etkileri bulunduğu açıktır. "San'at Telakkisi"
şiirinde bu etki hemen görülmektedir: "benim/şiirime ilham veren
perimin/omuzlarında açılan kanat/asma köpürlerimin/demir
putrellerindendir" /-"Dinlenir/dinlenmez değil/bülbülün güle
feryatları/Fakat asıl/benim anladığım dil/Bakır, demir, tahta, kemik ve
kirişlerle çalınan/Bethoven'in sonatları"/-"Ben değişmem/en
halusüddem/arap atına/saatte 110 kilometrelik sür'atini/demir raylarda
koşan/demir beygirimin".
Teknoloji ve hız hayranlığı, duyarlığın dışlanması, kentin karmaşasının
ve kalabalığın övülmesi gibi fütürist sanatın temel özellikleri
"Orkestra" şiirinde de savunulmaktadır: "Bana bak/Hey!/Avanak/Üç
telinde üç sıska bülbül öten/Üç telli saz/Dağlarla dalgalarla
kütleleri/ileri/atlamaz"/-"Üç telli saz/yatağını değiştirmek
isteyen/nehirlerden/köylerden, şehirlerden/aldığı hızla/milyonlarla
ağzı/bir
tek/ağızla/güldüremez/Ağlatamaz"/-"Hey!/Hey!/Dağlarla dalgalarla, dağ
gibi dalgalarla dalga gibi/dağ-lar-la/başladı orkestram!/Hey!/Hey!/Ağır
sesli çekiçler/sağır/örslerin kulağına/Hay-kır-dı/Sabanlar güleşiyor
tarlalarla/tarlalarla/Coştu çalgıcı başı/esiyor orkestram/dağlarla
dalgalarla, dağ gibi dalgalarla, dalga gibi/ dağ-lar-la".
Makine, daha kuşatıcı bir sözcükle söylersem teknoloji hayranlığı
"Makinalaşmak" şiirinde belirtilmektedir:
"trrrrrum/trrrrrrum/trrrrrum!/trak tiki
tak!/Makinalaşmak/istiyorum"/-"Mutlak buna bir çare bulacağım/ve ben
ancak bahtiyar olacağım/karnıma bir türbin oturtup/kuyruğuma çift
uskuru taktığım gün".
Nâzım Hikmet'in bu dönem şiirlerinin biçimsel özellikleri birkaç alt başlık altında toplanabilir:
1- Görsel Özellikler: Nâzım geleneksel dize yapısını kökünden
yıkmıştır. Şiirler basamaklandırılmış bir düzen gösterirler. Sözcükler
ortalarından kesilmekte, kimi zaman tek heceye indirgenmektedir.
Şair, şiirlerin kimi bölümlerini büyük harf yazmakta, değişik hurufat
ve punto kullanmaktadır. Bu yüzden sayfa düzeni kendi başına bir yapı
olarak belirlemektedir. Sözcükler, harfler, satırlarla neredeyse
bağımsız bir varlık kazanmıştır sayfa. Şiirin anlamından çok
görüşü/biçimi öne çıkarılmaktadır.
Ancak bir nokta özellikle vurgulanmalıdır: Nâzım Hikmet görsel öğeleri,
salt oyun olsun diye kullanmamaktadır. Şiirin kurgusu her zaman öze
göre ayarlanmıştır: Çünkü Nâzım'ın yazın anlayışı en yalın ifadesini
"öz biçimi belirler" ilkesinde bulmaktadır. Bu yüzden örneğin
"Makinalaşmak" şiirinin biçimi de seçilen sözcükler de hep içeriğe göre
seçilmişlerdir. Trrrum, trak, tiki tak sözcükleri mekanik sesi
yakalamaya yöneliktir. Aynı yöntemleri belli ölçüde kullanmış olan
Ercümend Behzad'la arasındaki en büyük fark bu noktada gözlenebilir.
Çünkü Ercümend Behzad, biçim/içerik birlikteliğini yeterince
sağlayamadığından şiiri ya içerik ya da biçim düzeyinde açık düşer hep.
Ayrıca daha sonra değineceğim gibi, Nâzım Hikmet şiirine bir doğrultu
vermeyi başarır, oysa Ercümend Behzad'ın şiirinin
bir doğrultusu yoktur. Şair deneyinin sonunda hiçbir şey bulmaz; herşey hep Gizil güç halindedir o şiirde.
2- Sessel Özellikler: Nâzım Hikmet'in 1929-1932 dönemi şiirleri,
kendisinin de vurguladığı üzere, büyük ölçüde sözcüğün gerçek anlamında
orkestrasyona dayanan ürünlerdir. Dizelerin uzunluğu/kısalığı,
sözcüklerin kırılma biçimleri, kafiyelerin seçimi, yinelemeler aruz ve
hece ölçülerinin kullanımı tümüyle çok sesli bir müzik parçasının
melodik yapısını yansıtmaktadır. "Salkım söğüt" şiiri şu dizelerle
başlamaktadır: "Akıyordu su/gösterip aynasında söğüt
ağaçların/Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını/Yanan yalın kılıçları
çarparak söğütlere/koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı
yere/Birden/bire kuş gibi/vurulmuş gibi/kanadından/yaralı bir atlı
yuvarlandı atından". Düşen atlı ile uzaklaşıp giden atlılar arasındaki
karşıtlığı vurgulamak için Nâzım Hikmet, bu kez şöyle bir yapı
kurmaktadır: "Nal sesleri sönüyor perde perde/atlılar kayboluyor
güneşin battığı yerde"/-"Atlılar atlılar kızıl atlılar/atları rüzgâr
kanatlılar/Atları rüzgâr kanat/Atları rüzgâr/Atları/At..."/-"Rüzgâr
kanatlı atlılar gibi geçti hayat". Ölümü somutlayan "at" sözcüğü ile
ardından gelen dize, hem sessel hem içeriksel açıdan tam birlik
kurmaktadır bu bölümde.
Ayrıca hemen anımsatılmalıdır ki, Nâzım Hikmet'te görsel öğelerle
sessel öğeler Hep bir arada, bütünü, yapıyı belirginleştirmek amacıyla
kullanılmakta, aralarında denge kurulmaktadır. "Bahri Hazer" şiirini
ele alalım: Burada, batmak üzere olan bir kayık ve dalgalarla savaşan
kayıkçı betimlenmektedir. Bu şiir, ayrıca Nâzım Hikmet'in,
Memleketimden İnsan Manzaraları adlı başyapıtında da kullandığı
sinematografik yöntemin yetkin bir ilk örneğini de oluşturmaktadır.
Üstelik sesli sinemanın. Çünkü burada görüntü sesle tam bir bütünlük
göstermektedir. Nâzım Hikmet'in serbest nazmı ve görsel ve sessel
etkileri ve olanakları açısından götürdüğü yerle Ercümend Behzad'ın
götürdüğü yer arasındaki uzaklık, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde
görülmektedir. Bu konuda Ercümend Behzad'ın iddiaları ne olursa olsun.
3- Karışık Teknikler: Nâzım Hikmet'ten bir alıntı: "Şiir, roman hikâye vesaire gibi edebiyat şubelerini
yekdiğerinden, nisbî olarak ayıran şey, şekliden ziyade muhteva, hava,
derinlik, mikyas farkı, velhasıl/fikir ve his sahasında gördükleri
iştir.(...) Şehrin şiiri olan yeni şiirin terkibi ve tekniği daha
mürekkep olmuştur". Aynı içeriği, olayı şiirin de romanın da ele
alabileceğini belirten ve şiirin kuruluşunun daha karmaşık duruma
geldiğini belirten Nâzım Hikmet, kendi şiirinin yapısı konusunda da
şunları söylemektedir: "Hem melodi hem armoni. Hem kafiye hem
kafiyesizlik, hem 'mısraı berceste' hem 'kül'. Hem solo keman hem
orkestra. Yani bütün mürekkepliği ve hareketi ile, mazisi, hali ve
istikbali ile realiteyi ve o realite içindeki faal insanı 'iç' ve 'dış'
aleminde aksettirmesi lâzım gelen şiire uygun dinamik şekil ve
ölçüler".
Görüldüğü gibi gerçekliği geçmiş, şimdi ve gelecek boyutunda vermeyi
öngören Nâzım Hikmet, daha ilk yapıtlarından itibaren karışık
tekniklerden yararlanmıştır: Yani şiir ve düzyazıdan, oyun ve senaryo
biçiminden, roman kurgusundan. Örneğin Jokond ile Si-Ya-U'da şair,
"Paris Telsizinin Haberleri", "Muharririn Not Defterinden", Jokond'un
Not Defterinden gibi bölüm başlıkları kullanmış, Benerci Kendini Niçin
Öldürdü'de karşılıklı konuşmalara, düzyazı bölümlerine yer vermiştir.
Bunlar, o tarihe kadar Türk şiirinde ne görülmüş ne düşünülmüş
uygulamalardır. Ahmet Haşim, şöyle demektedir 835 Satır dolayısıyla:
"Şair, müheykel bir şekil halinde semanın maviliğine karşı durmuş,
cidden tuhaf, fakat âhengi cidden emsalsiz bir garip âletin tellerini
söyletiyor. Nâzım Hikmet Bey tarzını kendisi icad etmedi, bu biçimde
şiirler şimdi dünyanın her tarafında yazılıyor. Nâzım Hikmet bey bu
tarzı anlamış, Türkçeleştirmiş, bu iklimin toprağında tutturabilmiş
büyük bir yeni şairimizdir". Yakup Kadri ise şunları yazmaktadır: "835
Satır, Türk şiirindeki, hattâ Türk dilindeki inkılâbın ilk satırıdır.
Nâzım Hikmet tâ Aşık Paşa'dan beri alıştığımız bütün nazım kaidelerin,
vezin sistemlerini altüst ederek ve Türk kamusunun hudutlarını kırıp
geçerek yeleleri dimdik olmuş şahlanan bir (Demir Beygir) üstünde sıcak
ve acaip naralar atarak koşuyor. O, yalnız Türk şiirinde yeni bir çığır
açmış bir edebiyat inkılâpçısı değil, hiç görmeye alışmadığımız bir
şair tipidir".
Mayakovski ve Klebnikov gibi Rus fütüristlerinin, "şiiri; 1-metafizik
soyutlamalardan kurtararak çağdaş hayatın sınai ve politik gerçeklerini
dile getirecek hale sokmak, 2-genel olarak 'güzel' diye kabul edilmiş
köhne çağrışımları, imajları, duyguları, düşünceleri ve biçimleri
terketmek, 3-kabuk bağlamış çağrışımlardan sıyrılmış yepyeni bir dil
yaratmak" gibi üç ana amacı olduğunu belirten Selâhattin Hilâv, şunları
yazmaktadır: "Nâzım Hikmet, çıkış noktası bakımından, yirminci yüzyılın
öncü sanat ve şiir akımları içinde dolaylı olarak yer almaktadır.
Sınırsız bir zenginlik taşıyan eserinde, yüzyılımızın öncü şiir
anlayışlarının belli bir yöne açılmış ve aşılmış halde kaynaştığı
görülür".
Yeni bir şiir kurmayı isteyen Nâzım Hikmet, Batum'da bir gazetede
Mayakovski'nin bir şiirini görmüş ve Rusça bilmediği için içeriğini
anlayamadığı bu şiirin biçimine çarpılmıştır. İlk serbest nazımla
yazılmış şiiri olan "Açların Gözbebekleri"nin öyküsünü şöyle
anlatmaktadır. Nâzım Hikmet: "Batum'dan Moskova'ya gelişte açlık
mıntıkasından geçtik. Gördüklerim üzerimde çok tesir etti. Fakat böyle
bir açlığın dahi inkılâbı yıkamayacağını haykırmak istedim. Moskova'da
hece vezniyle ve bu veznin çeşitli hece kombinezonlarıyla açlığa dair
bir şiir yazmak istedim, olmadı. O zaman Batum'daki şiirin şekli geldi
gözümün önüne. Bunun çok iyi tanıdığım Fransız serbest vezni
olamayacağına kanaat getirdim, bunun yepyeni bir şey olduğuna ve şairin
böyle dalgalar halinde düşündüğüne hükmettim ve 'Açların
Gözbebekleri'ni yazdım". Bu şiir değişik hurufat kullanımı, kırılmış
mısra düzeni ile çok farklı bir şiirdir.
Nâzım Hikmet'in doğrudan doğruya Mayakovski'nin şiirini taklit ettiği
yolundaki görüşler ortaya atılmışsa da bunların ciddiyeti
tartışmalıdır. Gerçi, bizzat Nâzım Hikmet Mayakovski'nin şiirini
gördüğünü bildirmektedir ama bu sadece görmek'ten ibarettir o yıllarda.
Şunları söylemektedir: "Başlangıçta hiçbir şey anlamıyordum ondan,
çünkü Rusçam kötüydü. Şimdi de tümüyle anladığımı söyleyemem. Fakat
basamak biçimindeki dizelerini taklit ediyordum. Mayakovski'nin
şiiriyle benimki arasında ortak yanlar: İlkin, şiir ve düzyazı;
ikincisi, çeşitli türler (lirik, yergisel vb) arasındaki kopukluğun
aşılması; üçüncüsü şiire siyasal dilin sokulmasıdır. Bununla birlikte,
farklı biçimler kullanıyoruz onunla. Mayakovski öğretmenimdir, fakat
onun gibi yazmıyorum ben".
Kemal Tahir'e gönderdiği bir mektubunda ise daha da ilginç şeyler
yazmaktadır: "Mayakovski'nin 940 senesinde neşredilen ve bir tek ciltte
toplanan şiirleri elime geçti. Okuyorum. Sana bir itirafta bulunayım,
aramızda kalsın, Mayakovski ile yeni tanışıyorum. Yani kendi ağzından
dinlediğim bir iki şiiri müstesna, matbu şiirlerini ilk defa okuyorum.
Sanat meseleleri hakkındaki görüşleri ise, seni maalesef temin ederim
ki ilk defa manzurum oluyor. Fakat, aynı şartların aynı düşünceleri
yaratması kaidesi kaba hattında burada da tahakkuk etti. Mayakovski ile
aynı işi yapmışız. Tabii o bir çok hususlarda bu işi benden iyi yapmış,
fakat tevazua lüzum yok, bazı hususlarda da, yani işin ben daha iyisini
yapmışım. Bu böyle".
ÜÇ TELLİ SAZ'DAN ORKESTRAYA
Nâzım Hikmet, Rusya'dan Türkiye'ye döndükten sonra yayımladığı ilk
kitabı 835 Satır'la (1929) gerçekten de modernist bir şiir kurduğunu
kanıtlar. Bu kitaptaki şiirlerde Rus fütüristlerinin,
konsrüktivistlerinin etkileri bulunduğu açıktır. "San'at Telakkisi"
şiirinde bu etki hemen görülmektedir: "benim/şiirime ilham veren
perimin/omuzlarında açılan kanat/asma köpürlerimin/demir
putrellerindendir" /-"Dinlenir/dinlenmez değil/bülbülün güle
feryatları/Fakat asıl/benim anladığım dil/Bakır, demir, tahta, kemik ve
kirişlerle çalınan/Bethoven'in sonatları"/-"Ben değişmem/en
halusüddem/arap atına/saatte 110 kilometrelik sür'atini/demir raylarda
koşan/demir beygirimin".
Teknoloji ve hız hayranlığı, duyarlığın dışlanması, kentin karmaşasının
ve kalabalığın övülmesi gibi fütürist sanatın temel özellikleri
"Orkestra" şiirinde de savunulmaktadır: "Bana bak/Hey!/Avanak/Üç
telinde üç sıska bülbül öten/Üç telli saz/Dağlarla dalgalarla
kütleleri/ileri/atlamaz"/-"Üç telli saz/yatağını değiştirmek
isteyen/nehirlerden/köylerden, şehirlerden/aldığı hızla/milyonlarla
ağzı/bir
tek/ağızla/güldüremez/Ağlatamaz"/-"Hey!/Hey!/Dağlarla dalgalarla, dağ
gibi dalgalarla dalga gibi/dağ-lar-la/başladı orkestram!/Hey!/Hey!/Ağır
sesli çekiçler/sağır/örslerin kulağına/Hay-kır-dı/Sabanlar güleşiyor
tarlalarla/tarlalarla/Coştu çalgıcı başı/esiyor orkestram/dağlarla
dalgalarla, dağ gibi dalgalarla, dalga gibi/ dağ-lar-la".
Makine, daha kuşatıcı bir sözcükle söylersem teknoloji hayranlığı
"Makinalaşmak" şiirinde belirtilmektedir:
"trrrrrum/trrrrrrum/trrrrrum!/trak tiki
tak!/Makinalaşmak/istiyorum"/-"Mutlak buna bir çare bulacağım/ve ben
ancak bahtiyar olacağım/karnıma bir türbin oturtup/kuyruğuma çift
uskuru taktığım gün".
Nâzım Hikmet'in bu dönem şiirlerinin biçimsel özellikleri birkaç alt başlık altında toplanabilir:
1- Görsel Özellikler: Nâzım geleneksel dize yapısını kökünden
yıkmıştır. Şiirler basamaklandırılmış bir düzen gösterirler. Sözcükler
ortalarından kesilmekte, kimi zaman tek heceye indirgenmektedir.
Şair, şiirlerin kimi bölümlerini büyük harf yazmakta, değişik hurufat
ve punto kullanmaktadır. Bu yüzden sayfa düzeni kendi başına bir yapı
olarak belirlemektedir. Sözcükler, harfler, satırlarla neredeyse
bağımsız bir varlık kazanmıştır sayfa. Şiirin anlamından çok
görüşü/biçimi öne çıkarılmaktadır.
Ancak bir nokta özellikle vurgulanmalıdır: Nâzım Hikmet görsel öğeleri,
salt oyun olsun diye kullanmamaktadır. Şiirin kurgusu her zaman öze
göre ayarlanmıştır: Çünkü Nâzım'ın yazın anlayışı en yalın ifadesini
"öz biçimi belirler" ilkesinde bulmaktadır. Bu yüzden örneğin
"Makinalaşmak" şiirinin biçimi de seçilen sözcükler de hep içeriğe göre
seçilmişlerdir. Trrrum, trak, tiki tak sözcükleri mekanik sesi
yakalamaya yöneliktir. Aynı yöntemleri belli ölçüde kullanmış olan
Ercümend Behzad'la arasındaki en büyük fark bu noktada gözlenebilir.
Çünkü Ercümend Behzad, biçim/içerik birlikteliğini yeterince
sağlayamadığından şiiri ya içerik ya da biçim düzeyinde açık düşer hep.
Ayrıca daha sonra değineceğim gibi, Nâzım Hikmet şiirine bir doğrultu
vermeyi başarır, oysa Ercümend Behzad'ın şiirinin
bir doğrultusu yoktur. Şair deneyinin sonunda hiçbir şey bulmaz; herşey hep Gizil güç halindedir o şiirde.
2- Sessel Özellikler: Nâzım Hikmet'in 1929-1932 dönemi şiirleri,
kendisinin de vurguladığı üzere, büyük ölçüde sözcüğün gerçek anlamında
orkestrasyona dayanan ürünlerdir. Dizelerin uzunluğu/kısalığı,
sözcüklerin kırılma biçimleri, kafiyelerin seçimi, yinelemeler aruz ve
hece ölçülerinin kullanımı tümüyle çok sesli bir müzik parçasının
melodik yapısını yansıtmaktadır. "Salkım söğüt" şiiri şu dizelerle
başlamaktadır: "Akıyordu su/gösterip aynasında söğüt
ağaçların/Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını/Yanan yalın kılıçları
çarparak söğütlere/koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı
yere/Birden/bire kuş gibi/vurulmuş gibi/kanadından/yaralı bir atlı
yuvarlandı atından". Düşen atlı ile uzaklaşıp giden atlılar arasındaki
karşıtlığı vurgulamak için Nâzım Hikmet, bu kez şöyle bir yapı
kurmaktadır: "Nal sesleri sönüyor perde perde/atlılar kayboluyor
güneşin battığı yerde"/-"Atlılar atlılar kızıl atlılar/atları rüzgâr
kanatlılar/Atları rüzgâr kanat/Atları rüzgâr/Atları/At..."/-"Rüzgâr
kanatlı atlılar gibi geçti hayat". Ölümü somutlayan "at" sözcüğü ile
ardından gelen dize, hem sessel hem içeriksel açıdan tam birlik
kurmaktadır bu bölümde.
Ayrıca hemen anımsatılmalıdır ki, Nâzım Hikmet'te görsel öğelerle
sessel öğeler Hep bir arada, bütünü, yapıyı belirginleştirmek amacıyla
kullanılmakta, aralarında denge kurulmaktadır. "Bahri Hazer" şiirini
ele alalım: Burada, batmak üzere olan bir kayık ve dalgalarla savaşan
kayıkçı betimlenmektedir. Bu şiir, ayrıca Nâzım Hikmet'in,
Memleketimden İnsan Manzaraları adlı başyapıtında da kullandığı
sinematografik yöntemin yetkin bir ilk örneğini de oluşturmaktadır.
Üstelik sesli sinemanın. Çünkü burada görüntü sesle tam bir bütünlük
göstermektedir. Nâzım Hikmet'in serbest nazmı ve görsel ve sessel
etkileri ve olanakları açısından götürdüğü yerle Ercümend Behzad'ın
götürdüğü yer arasındaki uzaklık, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde
görülmektedir. Bu konuda Ercümend Behzad'ın iddiaları ne olursa olsun.
3- Karışık Teknikler: Nâzım Hikmet'ten bir alıntı: "Şiir, roman hikâye vesaire gibi edebiyat şubelerini
yekdiğerinden, nisbî olarak ayıran şey, şekliden ziyade muhteva, hava,
derinlik, mikyas farkı, velhasıl/fikir ve his sahasında gördükleri
iştir.(...) Şehrin şiiri olan yeni şiirin terkibi ve tekniği daha
mürekkep olmuştur". Aynı içeriği, olayı şiirin de romanın da ele
alabileceğini belirten ve şiirin kuruluşunun daha karmaşık duruma
geldiğini belirten Nâzım Hikmet, kendi şiirinin yapısı konusunda da
şunları söylemektedir: "Hem melodi hem armoni. Hem kafiye hem
kafiyesizlik, hem 'mısraı berceste' hem 'kül'. Hem solo keman hem
orkestra. Yani bütün mürekkepliği ve hareketi ile, mazisi, hali ve
istikbali ile realiteyi ve o realite içindeki faal insanı 'iç' ve 'dış'
aleminde aksettirmesi lâzım gelen şiire uygun dinamik şekil ve
ölçüler".
Görüldüğü gibi gerçekliği geçmiş, şimdi ve gelecek boyutunda vermeyi
öngören Nâzım Hikmet, daha ilk yapıtlarından itibaren karışık
tekniklerden yararlanmıştır: Yani şiir ve düzyazıdan, oyun ve senaryo
biçiminden, roman kurgusundan. Örneğin Jokond ile Si-Ya-U'da şair,
"Paris Telsizinin Haberleri", "Muharririn Not Defterinden", Jokond'un
Not Defterinden gibi bölüm başlıkları kullanmış, Benerci Kendini Niçin
Öldürdü'de karşılıklı konuşmalara, düzyazı bölümlerine yer vermiştir.
Bunlar, o tarihe kadar Türk şiirinde ne görülmüş ne düşünülmüş
uygulamalardır. Ahmet Haşim, şöyle demektedir 835 Satır dolayısıyla:
"Şair, müheykel bir şekil halinde semanın maviliğine karşı durmuş,
cidden tuhaf, fakat âhengi cidden emsalsiz bir garip âletin tellerini
söyletiyor. Nâzım Hikmet Bey tarzını kendisi icad etmedi, bu biçimde
şiirler şimdi dünyanın her tarafında yazılıyor. Nâzım Hikmet bey bu
tarzı anlamış, Türkçeleştirmiş, bu iklimin toprağında tutturabilmiş
büyük bir yeni şairimizdir". Yakup Kadri ise şunları yazmaktadır: "835
Satır, Türk şiirindeki, hattâ Türk dilindeki inkılâbın ilk satırıdır.
Nâzım Hikmet tâ Aşık Paşa'dan beri alıştığımız bütün nazım kaidelerin,
vezin sistemlerini altüst ederek ve Türk kamusunun hudutlarını kırıp
geçerek yeleleri dimdik olmuş şahlanan bir (Demir Beygir) üstünde sıcak
ve acaip naralar atarak koşuyor. O, yalnız Türk şiirinde yeni bir çığır
açmış bir edebiyat inkılâpçısı değil, hiç görmeye alışmadığımız bir
şair tipidir".
Mayakovski ve Klebnikov gibi Rus fütüristlerinin, "şiiri; 1-metafizik
soyutlamalardan kurtararak çağdaş hayatın sınai ve politik gerçeklerini
dile getirecek hale sokmak, 2-genel olarak 'güzel' diye kabul edilmiş
köhne çağrışımları, imajları, duyguları, düşünceleri ve biçimleri
terketmek, 3-kabuk bağlamış çağrışımlardan sıyrılmış yepyeni bir dil
yaratmak" gibi üç ana amacı olduğunu belirten Selâhattin Hilâv, şunları
yazmaktadır: "Nâzım Hikmet, çıkış noktası bakımından, yirminci yüzyılın
öncü sanat ve şiir akımları içinde dolaylı olarak yer almaktadır.
Sınırsız bir zenginlik taşıyan eserinde, yüzyılımızın öncü şiir
anlayışlarının belli bir yöne açılmış ve aşılmış halde kaynaştığı
görülür".
Geri: Nazim Hİkmet Ran
Anıt - Yapıt: Memleketimden İnsan Manzaraları
Nâzım Hikmet'in beş cilt halinde yayımlanan bu yapıtı, şiirinin
doruğunu oluşturmaktadır. Eski sekter tutumundan kopmakta olan Nâzım,
bu yapıtta Şeyh Bedreddin'in yayımlanmasından sonra kendisiyle yapılan
bir konuşmada açıkladığı hedefleri hemen hemen gerçekleştirmiştir
denebilir: "Ben şiirde realiteyi bütün mürekkebliği, mazi, hal ve
istikbal unsurları ile ve hareket halinde veren bir realizme ulaşmak
istiyorum. Bir çok yazılarımın realizmi tek taraflıdır. Bundan dolayı
da çok defa fazla haykıran bir 'propaganda' edası taşıyorlar. Cihanı
görüş, anlayış bakımından değil, bu cihanı görüş ve anlayışını
sanattaki tezahürü bakımından telakkilerim bir hayli değil".
Türkiye'nin belli bir tarih dönemindeki insansal/ toplumsal görünümü
ile bu özgül coğrafyayı da sarmalayan uluslar arası oluşumu
ilişkilendirerek vermeyi amaçlayan Nâzım, Manzaralar'ı haklı olarak
"kitap bir şiir kitabı değil" diye sunmakta ve "ben artık şiir
yazmayacağım" diyerek, bulduğu yeni yolun kendisini ne kadar
etkilediğini göstermektedir. Daha önceki çalışmalarında, Jokond,
Benerci, Taranta Babu ve Bedreddin'de gözlenen "şiir/nesir ikiliğini"
aştığını söyleyen Nâzım, kitabın şiir, düzyazı, tiyatro ve senaryo
öğelerinin "bu çok zıtlı unsurların vahdeti olduğunu" belirtmektedir.
O yıllarda, Aragon'un Paris Köylüsü gibi gerçeküstücü yazın içinde
gerçekten bir devrim yapmış sayılan kitabının düşümsel, kurgusal,
anlatısal sınırlarını bile aşan bu çokbiçimli, çok amaçlı ve çok
anlamlı yapıtıyla ilgili ön tasarısını şöyle açıklamaktadır Nâzım
Hikmet: "1) İstiyorum ki okuyucu 12.000 mısraı bitirdikten sonra vıcık
vıcık insan kaynaşan bir mahşerden geçmiş olsun, 2) İstiyorum ki bu
insan mahşerinin konkre ifadesi okuyucuyla muayyen bir devirdeki,
muhtelif sınıflara mensup Türkiye insanları vasıtasıyla Türkiye'nin
muayyen bir tarihi devredeki sosyal durumunu anlatsın, 3) İstiyorum ki
ikinci planda, Türkiye cemiyetini çevreleyen dünya durum muayyen bir
devrede- anlaşılsın, 4) İstiyorum ki -nereden gelip, nerede olduğunu,
nereye gidildiği? Sualine, Sahamın içinde azamî imkanlarla cevap
verilsin"
Böylesine bir tasarının şiir aracılığıyla ya da salt şiirsel söylem
düzeyinde gerçekleştirilemeyeceği bellidir. Ama bu tasarının,
çokbiçimli bir teknik kullanması halinde bile şematizm tehlikesiyle
karşı karşıya kalabileceğini de belirten Nâzım Hikmet, bu kuşatıcı plân
çerçevesinde, öngördüğü gibi 300'e yakın birincil ve ikincil düzeyde
kişiyi, "bazıları sona kadar" olmak üzere "perdeye çıkarmayı"
öngörmüştür.
Hani eğlence yerlerinde ressamlar vardır, belli bir para karşılığı
resminizi çiziverirler, onlar gibi... O gün salondaki şöminenin önüne
Adnan Ağabeyin çizim tahtasını yerleştirerek kendine bir yer yapmış,
biz de sırayla gidip karşısına oturmuştuk. Bayağı da benzetiyordu.
Vedat Başar, her zaman olduğu gibi işin gırgırındaydı. "Nâzım, sen aç
kalmazsın," diye takılıyor, bir panayırda tezgâh açsa günde kaç para
kazanacağını hesaplıyordu. O çizimlerin yok olup gittiğini sanıyordum.
Yıllar sonra bir gün Maslak'ta Adam Yayınları'nda otururken, Rasih Nuri
İleri'nin üst katımızda, AnaBritannica'da çalışan oğlu Suphi Nuri İleri
elinde onlardan ikisiyle geldi : "Bunları babam bir sahafta bulup
almış, size göstermek istedim..."Vedat Başar ile Leman Teyzemin
resimleriydi. Çok şaşırmıştım... Nasıl olmuş da bir sahafın eline
geçmişlerdi? Vedat Başar, Fahamet Teyzemin, Fifi'nin kocası. Leman
Teyze ise Fifi'nin çok sevdiği bir arkadaşı, ona da "teyze" derdim.
Kadıköy'deki apartmandayken bizimle otururdu, Mithat Paşa köşküne de
sık sık gelip gece yatısına kalırdı. Öteki resimler kim bilir nerede,
kimlerdeydi? Nenem, Fifi, annem, Selma Teyzem, Adnan Ağabey, ben, evde
kim varsa, hepimiz sırayla oturmuştuk Nâzım'ın karşısına.
O günün dışında Nâzım'ı resim yaparken gördüğümü anımsamıyorum. Bir de
işte kitap okurken kurşunkalemle kapaklara, kapak içlerine, kenar
boşluklara çizimler yapardı. Genellikle gemi, yelkenli, çiçek, el, göz
çizimleri, korkunç suratlar... Resim yapmaya düşkünlüğü İstanbul
Tevkifhanesi'nde başlayıp çankırı Cezaevi'nde tam anlamıyla patlak
verdi. Yağlıboya, guvaş, pastel, karakalem... Cezaevinin içinden
görünümler, mahkûmların, Piraye'nin, kendisinin portreleri... Sonra
Bursa Cezaevi'nde de arada bir yoğunlaşarak sürdü. Sanırım bu onun için
dinlendirici, oyalayıcı bir uğraştı. "Bugünlerde kendimi bütünüyle
resme verdim," deyip başka her şeyi bıraktığı olurdu. Balaban'ın
yeteneğini sezip gereçlerini ona armağan ettikten sonra resim yapmadığı
söylenir, ama açlık grevi sırasında üsküdar Paşakapısı Cezaevi'nde
kendisini görmeye gittiğim bir gün, bana akrabası olan Mehmet Ali
Aybar'ı tanımaktan duyduğu mutluluğu aktarmış, "Birlikte resim
yapıyoruz, o benden daha iyi ressam," demişti. Cezaevinden çıktıktan
sonra, Türkiye'de ya da Sovyetler Birliği'nde resim yapıp yapmadığını
bilmiyorum.[/color][/color][/size]
ESERLERİ:
835 Satır (1929)
Jokond ile Si-Ya-U (1929)
Varan 3 (1930)
1+1=1 (1930-Nail V. ile)
Sesini Kaybeden Şehir (1931)
Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932)
Gece Gelen Telgraf (1932)
Taranta Babu'ya Mektuplar (1935)
Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936)
Kurtuluş Savaşı Destanı (1965)
Saat 21-22 Şiirleri (1965-Bas. Haz. M.Fuat)
Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967-Bas. Haz. M.Fuat, 5 Cilt)
Rubailer (1966-Bas. Haz. M. Fuat)
Dört Hapishaneden (1966-Bas. Haz. M.Fuat)
Yeni Şiirler (1966-Bas. Haz. Dost Yayınevi)
Son Şiirleri (Bas. Haz. Habora Kitabevi)
Tüm Eserleri (1980-Bas. Haz. A. Bezirci, 8 Cilt).
Nâzım Hikmet'in beş cilt halinde yayımlanan bu yapıtı, şiirinin
doruğunu oluşturmaktadır. Eski sekter tutumundan kopmakta olan Nâzım,
bu yapıtta Şeyh Bedreddin'in yayımlanmasından sonra kendisiyle yapılan
bir konuşmada açıkladığı hedefleri hemen hemen gerçekleştirmiştir
denebilir: "Ben şiirde realiteyi bütün mürekkebliği, mazi, hal ve
istikbal unsurları ile ve hareket halinde veren bir realizme ulaşmak
istiyorum. Bir çok yazılarımın realizmi tek taraflıdır. Bundan dolayı
da çok defa fazla haykıran bir 'propaganda' edası taşıyorlar. Cihanı
görüş, anlayış bakımından değil, bu cihanı görüş ve anlayışını
sanattaki tezahürü bakımından telakkilerim bir hayli değil".
Türkiye'nin belli bir tarih dönemindeki insansal/ toplumsal görünümü
ile bu özgül coğrafyayı da sarmalayan uluslar arası oluşumu
ilişkilendirerek vermeyi amaçlayan Nâzım, Manzaralar'ı haklı olarak
"kitap bir şiir kitabı değil" diye sunmakta ve "ben artık şiir
yazmayacağım" diyerek, bulduğu yeni yolun kendisini ne kadar
etkilediğini göstermektedir. Daha önceki çalışmalarında, Jokond,
Benerci, Taranta Babu ve Bedreddin'de gözlenen "şiir/nesir ikiliğini"
aştığını söyleyen Nâzım, kitabın şiir, düzyazı, tiyatro ve senaryo
öğelerinin "bu çok zıtlı unsurların vahdeti olduğunu" belirtmektedir.
O yıllarda, Aragon'un Paris Köylüsü gibi gerçeküstücü yazın içinde
gerçekten bir devrim yapmış sayılan kitabının düşümsel, kurgusal,
anlatısal sınırlarını bile aşan bu çokbiçimli, çok amaçlı ve çok
anlamlı yapıtıyla ilgili ön tasarısını şöyle açıklamaktadır Nâzım
Hikmet: "1) İstiyorum ki okuyucu 12.000 mısraı bitirdikten sonra vıcık
vıcık insan kaynaşan bir mahşerden geçmiş olsun, 2) İstiyorum ki bu
insan mahşerinin konkre ifadesi okuyucuyla muayyen bir devirdeki,
muhtelif sınıflara mensup Türkiye insanları vasıtasıyla Türkiye'nin
muayyen bir tarihi devredeki sosyal durumunu anlatsın, 3) İstiyorum ki
ikinci planda, Türkiye cemiyetini çevreleyen dünya durum muayyen bir
devrede- anlaşılsın, 4) İstiyorum ki -nereden gelip, nerede olduğunu,
nereye gidildiği? Sualine, Sahamın içinde azamî imkanlarla cevap
verilsin"
Böylesine bir tasarının şiir aracılığıyla ya da salt şiirsel söylem
düzeyinde gerçekleştirilemeyeceği bellidir. Ama bu tasarının,
çokbiçimli bir teknik kullanması halinde bile şematizm tehlikesiyle
karşı karşıya kalabileceğini de belirten Nâzım Hikmet, bu kuşatıcı plân
çerçevesinde, öngördüğü gibi 300'e yakın birincil ve ikincil düzeyde
kişiyi, "bazıları sona kadar" olmak üzere "perdeye çıkarmayı"
öngörmüştür.
Hani eğlence yerlerinde ressamlar vardır, belli bir para karşılığı
resminizi çiziverirler, onlar gibi... O gün salondaki şöminenin önüne
Adnan Ağabeyin çizim tahtasını yerleştirerek kendine bir yer yapmış,
biz de sırayla gidip karşısına oturmuştuk. Bayağı da benzetiyordu.
Vedat Başar, her zaman olduğu gibi işin gırgırındaydı. "Nâzım, sen aç
kalmazsın," diye takılıyor, bir panayırda tezgâh açsa günde kaç para
kazanacağını hesaplıyordu. O çizimlerin yok olup gittiğini sanıyordum.
Yıllar sonra bir gün Maslak'ta Adam Yayınları'nda otururken, Rasih Nuri
İleri'nin üst katımızda, AnaBritannica'da çalışan oğlu Suphi Nuri İleri
elinde onlardan ikisiyle geldi : "Bunları babam bir sahafta bulup
almış, size göstermek istedim..."Vedat Başar ile Leman Teyzemin
resimleriydi. Çok şaşırmıştım... Nasıl olmuş da bir sahafın eline
geçmişlerdi? Vedat Başar, Fahamet Teyzemin, Fifi'nin kocası. Leman
Teyze ise Fifi'nin çok sevdiği bir arkadaşı, ona da "teyze" derdim.
Kadıköy'deki apartmandayken bizimle otururdu, Mithat Paşa köşküne de
sık sık gelip gece yatısına kalırdı. Öteki resimler kim bilir nerede,
kimlerdeydi? Nenem, Fifi, annem, Selma Teyzem, Adnan Ağabey, ben, evde
kim varsa, hepimiz sırayla oturmuştuk Nâzım'ın karşısına.
O günün dışında Nâzım'ı resim yaparken gördüğümü anımsamıyorum. Bir de
işte kitap okurken kurşunkalemle kapaklara, kapak içlerine, kenar
boşluklara çizimler yapardı. Genellikle gemi, yelkenli, çiçek, el, göz
çizimleri, korkunç suratlar... Resim yapmaya düşkünlüğü İstanbul
Tevkifhanesi'nde başlayıp çankırı Cezaevi'nde tam anlamıyla patlak
verdi. Yağlıboya, guvaş, pastel, karakalem... Cezaevinin içinden
görünümler, mahkûmların, Piraye'nin, kendisinin portreleri... Sonra
Bursa Cezaevi'nde de arada bir yoğunlaşarak sürdü. Sanırım bu onun için
dinlendirici, oyalayıcı bir uğraştı. "Bugünlerde kendimi bütünüyle
resme verdim," deyip başka her şeyi bıraktığı olurdu. Balaban'ın
yeteneğini sezip gereçlerini ona armağan ettikten sonra resim yapmadığı
söylenir, ama açlık grevi sırasında üsküdar Paşakapısı Cezaevi'nde
kendisini görmeye gittiğim bir gün, bana akrabası olan Mehmet Ali
Aybar'ı tanımaktan duyduğu mutluluğu aktarmış, "Birlikte resim
yapıyoruz, o benden daha iyi ressam," demişti. Cezaevinden çıktıktan
sonra, Türkiye'de ya da Sovyetler Birliği'nde resim yapıp yapmadığını
bilmiyorum.[/color][/color][/size]
ESERLERİ:
835 Satır (1929)
Jokond ile Si-Ya-U (1929)
Varan 3 (1930)
1+1=1 (1930-Nail V. ile)
Sesini Kaybeden Şehir (1931)
Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932)
Gece Gelen Telgraf (1932)
Taranta Babu'ya Mektuplar (1935)
Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı (1936)
Kurtuluş Savaşı Destanı (1965)
Saat 21-22 Şiirleri (1965-Bas. Haz. M.Fuat)
Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967-Bas. Haz. M.Fuat, 5 Cilt)
Rubailer (1966-Bas. Haz. M. Fuat)
Dört Hapishaneden (1966-Bas. Haz. M.Fuat)
Yeni Şiirler (1966-Bas. Haz. Dost Yayınevi)
Son Şiirleri (Bas. Haz. Habora Kitabevi)
Tüm Eserleri (1980-Bas. Haz. A. Bezirci, 8 Cilt).
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz